◊ Zendaya bu proje size geldiğinde kariyerinizin neresindeydiniz ve neden bu filmi yapmak istediniz?
- Sanırım hâlâ “Euphoria”yı çekiyordum. Bu senaryo gelince menajerimle evinde sahte bir masa okuması yaptık. Ve senaryoya âşık oldum. Harikaydı. Ayrıca karakterlerin karmaşık olması beni tedirgin etti. Sanırım aynı zamanda ne tür bir film olduğunu tanımlayamadım. Çok komikti ama komedi olduğunu söyleyemem. İçinde dram vardı. Ama sadece dram olduğunu söyleyemem.İçinde tenis vardı ama spor filmlerine benzemiyordu. Her şeyin aynı anda ve bu kadar güzel bir şekilde var olması dehşet verici ama aynı derecede heyecan vericiydi. Daha önce hiç okumadığım, hiç görmediğim bir karakterdi. Beni çok korkuttu. “Belki de bu filmi yapmam gerekiyor” dedim. Sonra Luca’nın (Guadagnino) senaryoyu okuduğunu ve filmi yapmakla ilgilendiğini duymak bir rüya gibiydi çünkü onun çalışmalarının çok uzun zamandır hayranıydım.
◊ Peki birebir tanıyor muydunuz yönetmen Luca Guadagnino’yu?
- Rihanna’nın Fenty Beauty markasının akşam yemeğinde tanışmıştık. Ve bana karşı çok nazik ve çok tatlıydı. İtalyanca konuşamadığım için vejetaryen yemek seçenekleri bulmama yardım etmişti. (Gülüyor) Onu çok sevdim. Luca’yla bir şekilde çalışmayı umuyordum. Oturduk ve zoom üzerinden konuştuk. Ne tür bir film yaratmak istediğimizi anladı. Filmdeki karakterleri o kadar derinden anlıyordu ki, karakterimin gece yatmadan önce nasıl bir losyon kullanacağı konusunda bile şakalaşıyorduk. “Aman Tanrım, bu kadını tanıyorsun. Onu anlıyorsun. Onu görüyorsun” dedim. Ve filmde birçok karakter için aynı içgüdüye sahipti.
DEHŞET VERİCİ BİR MEYDAN OKUMAYDI
◊
Hasret kaldığım yemekleri yemek ve doğup büyüdüğüm Kuzguncuk sokaklarında dolaşmak için gün sayıyorum.
Kuzguncuk’ta her karşılaşma hatıralarla dolu. Yerel esnafın sıcak selamı, sokaklarda dolaşan kediler, mahalle bostanındaki huzur ve İstanbul Boğaz’ı...
Kuzguncuk lezzet duraklarında en özlediklerim arasında ilk sırada Klass Köfte yer alıyor. Kendine özgü tarifiyle yıllardır hem yerel halkı hem de ziyaretçileri memnun eden Kadri Abi’nin mütevazı mekanı geleneğin ve lezzetin birleştiği bir aile işletmesi.
Kadri Şahin, “17 yaşımdan beri bu dükkandayım. 27 senedir aralıksız hizmet veriyoruz. Köftelerimin sırrı ‘günlük’ olmaları ve kaliteden ödün vermeden hazırlamamız. Zaman zaman müşterilerimizle istişareler ediyoruz, onları dinliyoruz. Yıllardan beri misafirlerimizle içli dışlı olduk” diyor.
◊ En başa dönelim. Sektördeki ilk işinizi hatırlıyor musunuz?
- Owen Wilson: Yapımcı Jim Brooks, bizi “Bottle Rocket” filmi üzerinde çalışmamız için Los Angeles’a getirmişti. Aynı isimle bir kısa film çekmiştik Dallas’ta. Onu geliştirmek ve uzun metraj yapmak için Los Angeles’a getirilmiştik.
- Tom Hiddleston: Benim ilk işim, 2000 yılında, setteki çağrı listesinde 75 numarada yer aldığım “The Life and Adventures of Nicholas Nickleby” filmiydi. Bir lordu oynuyordum. Üç repliğim vardı. Profesyonel olarak ilk ücretli işimdi.
◊ 15 yıldır Loki’yi canlandıran bir aktör olarak, karakteri herkesten daha iyi biliyorsunuz. Dizide hikâyenin gideceği yöne nasıl karar verdiniz? Birkaç farklı hikâye üzerinde çalıştığınızı biliyorum...
- Tom Hiddleston: Zorlama olmadan, organik bir şekilde gelişti. Hepimiz hikâyeyi tam bir döngüye sokmak istiyorduk. Hikâyenin başladığı yere yeni bir anlam katarak geri dönmenin yolunu bulmak istedik. Bunun için Loki’nin kökenlerine geri döndük. Onun kırık kalbine, dışlanmış olma duygusuna ve kenarlarda kalmış kırık ruhuna dönüş yaptık. Sonra Loki’nin bu kederinin şikâyete dönüştüğünü konuştuk. “Yenilmezler”deki (The Avengers) “Ben Asgard’lı Loki’yim ve görkemli bir amacın yükü altındayım” sözü aklımıza geldi. Senaristlerle yazım odasındayken, beyaz tahtada “görkemli amaç” yazıyordu.
Loki için bu görkemli amaç neydi? İşte bunu araştırmaya, yeniden tanımlamaya ve görkemli amacın ne anlama geldiğini keşfetmeye çalıştık. Loki alçakgönüllülüğü, merakı, Mobius ve Sylvie ile olan dostlukları sayesinde bazen amacın zaferden daha ağır bir yük olabildiğini öğrendi. İyi insan olabilmek için geçmişinizi kabul etmelisiniz, hatalarınızla, yanlış adımlarınızla ve başarısızlıklarınızla barışmalısınız. Loki de öğrendi ve yeni amacını buldu. Çünkü sevdiği ve değer verdiği arkadaşları oldu. Bu sevgiyi bulduktan sonra sevdiklerinin hayatlarını korumak istiyor.
O BİR PİYANO
■ Dizinin uyarlandığı kitapları okumuş muydunuz?
- John Bradley: Ben hiç duymamıştım bu kitap serisini. İnsanlara “3 Cisim Problemi”nin adaptasyonunu yapacağımızı söylediğimde, ne kadar geniş çapta okunduğunu ve ne kadar saygı duyulduğunu öğrendim. Kitapların bu kadar sevilmesi, diziyi takip edecek bir izleyici kitlemizin olacağı konusunda bana güven ve aynı zamanda sorumluluk duygusu verdi. Keza görevimin büyüklüğünü anlamamı sağladı ve beni gerçekten etkiledi.
- Eiza González: Ben duymuştum ama okumamıştım. Bilimkurguyla ilgilenen, onları okumuş ve bana tavsiye eden arkadaşlarım vardı. Ayrıca kitapları anlayacak kadar akıllı olmadığımı söyleyen bir grup arkadaşım da vardı. İkinci grup yanılmadı, haklılardı! (Gülüyor) Okumaya çalıştım, “Ah Tanrım, bu çok fazla!” dedim. Her şeye rağmen okumaya devam ettim. Sonra durdum. Çünkü sonunda ne olacağını bilmek istemedim. Bilmemenin özgürleştirici bir yanı var.
PROJENİN SAYGINLIĞI AKLIMI BAŞIMDAN ALDI
■ John, “Game of Thrones”tan sonra David Benioff ve D.B. Weiss ile tekrar çalışmak nasıldı?
◊ Bu dizide kara komedi yapmak ve Elena rolüyle tamamen farklı bir alanı deneyimlemek ne kadar heyecan vericiydi?
- Bu proje mutluluktu. Olağanüstü oyuncu kadrosu nedeniyle bardağımın boş değil dolu olacağını biliyordum. Senaryoyu okuduğumda çok net bir şekilde hissettiğim şey şuydu: Aman Tanrım, bu kadar çok oyuncunun olduğu o odada olmak istiyorum!
COVID’den sonra böyle bir ortama ne kadar ihtiyacım olduğunu hissedince çok şaşırdım. Duygusal olarak başkalarıyla iş birliği yaptığım ve birlikte ürettiğim o ortama sahip olunca da çalışmak sadece mutluluk verdi. Tüm oyuncular birbirimizi kolladık. Sohbet ettik, fikir alışverişleri yaptık. O ortamda bulunmak olağanüstü bir hediyeydi.
◊ Ortamdan bahsetmişken sizin başladığınız yıllara dönüp baktığınızda ve bugünle karşılaştırdığınızda sektörü nasıl yorumluyorsunuz?
- Çok şey değişti... Zayıf bir kadın değilim, kıvrımlarım var. Benim başladığım yıllarda biraz kilolu olmak ayıplanıyordu. Bu değişti. Çünkü artık gençler susmuyor. Kendi değerlerini biliyor ve kendilerini savunuyor.
◊ Oyunculuk dışında başka bir iş yapmak aklınızdan geçti mi hiç?
- Çocukken diğer çocuklardan büyüdüğünde yapmak istediklerini duyardım. “Büyüyünce doktor olacağım” ya da “Veteriner olacağım” gibi... Benim aklımdan geçen tek şey büyüyünce sahnede olacağımdı. Ama nasıl söyleyeceğimi ve tanımlayacağımı bilmiyordum. Sahnede olmak istiyordum ama filmlerde oynayacağımı hiç hayal etmemiştim.
◊ “Tokyo Vice”nın özel bir şov olacağını ve insanların gerçekten beğeneceğini ne zaman anladınız?
- İlk kez 2015 yılında Tokyo’ya gittim. Şehrin görselliğine ve kültürüne hayran kaldım. İçimden ‘keşke bir gün burada bir şeyler çekebilsem’ diye geçirdim. Neyse, aslında Japonya’da çekilen farklı bir projeyle görüşüyordum. Çok Batı tarzı bir filmdi. Sonra “Tokyo Vice”ı okudum. Japonya’daki Yakuza çetelerinin işlerini nasıl ciddiye aldıklarını, nasıl bu kadar profesyonelce çalıştıklarını anlatıyordu. Eğer bu hikâye dizi olabilirse harika bir iş olabilir diye düşündüm. Ama sadece iyi hikâye yeterli değildi. Harika bir yönetmen bulmamız lazımdı. Ve harika yönetmen Michael Mann projeye katıldı. O zamanlar Jamie Foxx ve Steven Spielberg’le başka bir proje için çalışıyorduk. Michael Mann hakkında sorular sormaya başladım. Jamie de, Speilberg de “Seni şimdiye kadar birlikte çalıştığın tüm yönetmenlerden daha fazla çalıştıracak” dedi. Michael’la hazırlıklara başladığımızda, “Günde 8 saat Japonca dersleri almalısın” dedi. Bu yetmedi, beni Los Angeles’ta hızlandırılmış gazetecilik kursuna soktu. Gerçek bir gazeteci gibi gerçek hikâyeleri araştırdım. Polis raporu hazırladım ve röportajlar yaptım. “Tokyo Vice” şimdiye kadar çalıştığım en zor şeydi ve sadece henüz hazırlık aşamasındaydık.Daha hazırlıkları yaparken düşündüm ki ‘bu şov özel bir şey olacak, bu adam (Michael Mann) işine çok bağlı’, bu yüzden diziye başından beri inancım vardı.
BÖLÜM BAŞINA 10 MİLYON DOLARLIK BÜTÇEYLE ÇALIŞTIK
◊ 2. sezon çekimleri için Japonya’ya geri döndüğünüzde Tokyo’daki insanların sizi sıcak bir şekilde karşılandığını duydum. Bizimle paylaşabileceğiniz anekdotlarınız var mı?
- Gerçekten harika bir karşılama oldu. “Tokyo Vice” tüm dünyada henüz büyük bir dizi mi bilmiyorum. Ama onu izleyenler insanlar çok beğeniyorlar. Beğenmelerinin nedeni dizinin çok gerçekçi olduğunu düşünmeleri. Bölüm başı 10 milyon dolardık bütçeyle çalıştık ve yüksek kalite elde edebildik. Sanırım insanlar sadece özgün olmamızdan değil, onları film izliyorlar gibi hissettirmemizden de memnun.
◊ Bölüm senaryolarını okurken ‘bunu nasıl çekeceğiz’ dediğiniz sahneler oluyor mu?
-
◊ Bir filme şarkı yazarken ilham almak için neler gerekiyor?
- Hayat. Sadece hayat. Ben gözlemciyim. Gözlemliyorum, antenlerimi çıkarıyorum ve almam gereken her şeyi almak için bekliyorum. İlhamın bir kısmı çok aktif olmaktan geliyor, diğer tarafı da tamamen geriye yaslanıp rahat bir şekilde sinyal almayı bekleyen kısımdan geliyor. Bu film için de her zamanki yolumu takip ettim. Filmi izledim ve Bayard Rustin’den tamamen ilham aldım ve etkilendim. Ve sonra sustum. Oturdum ve bekledim... Sonra sesleri ve akorları duymaya başladım. Piyanonun başına oturdum. Ne hissediyorum? Anlamaya çalıştım ve çalmaya başladım.
◊ Bu filmde şarkınızı yönlendiren belirli bir görsel veya yazılı unsur var mıydı?
- Görsel unsur pek yoktu. Yönetmen George C. Wolfe ile derinlemesine görüşmeden önce eski arkadaşım Rustin’i oynayan aktör Colman Domingo ile konuştum. Colman’a “Bana söylemek istediğin bir şey varsa söyle, bu adamı sen oynadın” dedim. “İşiyle var olan bir adamdı” dedi. Ve onun bu sözü bana gerçekten yardımcı oldu. Şarkıda «Özgürlüğe giden yolda o yere ulaşmak için yapılacak çok iş var” dedim.
ENSTRÜMANLAR ZAMANIN ÖTESİNDE YANİ ZAMANSIZLAR
◊ Yönetmen George Wolfe’un şarkı için size ne tür yönlendirmeleri oldu?
-
◊ Godzilla yolculuğu sizin için nasıl geçti? Filme inanılmaz ilgi vardı...
- İki-üç ay önce sorsaydın bunların olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Etrafımda olup bitenlere dair hem kafa karışıklığı hem de coşku fırtınasını içindeyim.
◊ Steven Spielberg’in filminizi üç kez izlediğini duydum. Nasıl hissettirdi Spielberg’in “Godzilla”yı üç kez izlediğini duymak?
- Oscar öğle yemeğinde bizden birkaç masa ötede Steven Spielberg’i gördüm. Ekipten birkaç arkadaşımızla ona doğru yürüdük, başka biriyle konuşuyordu. Spielberg beni gördü ve “Godzilla”nın yönetmeni olduğumu ve filmimi üç kez izlediğini söyledi. Duyduklarıma inanamadım çünkü film endüstrisi için o kadar önemli bir isim ki. Filmi ilk kez evinde izlemiş, tatmin olmamış sonra IMAX’ta ve ardından Dolby Atmos’ta izlemiş.
ARAKLAMIŞ DİYE DÜŞÜNÜYORDUR!
◊ Spielberg’in çalışmalarından ilham aldınız mı?
- Sadece “Godzilla” için değil, bir film yapımcısı olarak pek çok kez ilham aldım. Bu film özelinde konuşursam “Jaws”a yaptığım göndermelerin açık olduğunu düşünüyorum. Spielberg’in bir diğer filmi “War of the Worlds”un hayranıyım. Bu yüzden Godzilla’nın gündüz de ortaya çıkmasını istedim. Keza genç Godzilla ortaya çıktığında kendime ‘Sakın Jurassic Park gibi yapma’ diyordum. Ama yine de ‘Jurassic Park gibi’ göründü. Bu yüzden Steven Spielberg’le tanıştığımda bir tarafım içinden ‘kesin tüm filmlerimden araklamış’ diye düşünüyordur diyordu.