Bülent Katarcı

Seyahatte ilk yardım

1 Nisan 2024
RAMAZAN Bayramı’nın yaklaşmasıyla birlikte tatlı bir heyecan, bir araya gelmenin neşesi ve mutluluğu hepimizi sarmalıyor. Ancak, bu özel zamanı daha keyifli hale getirmenin yanı sıra sağlığımızı da göz ardı etmemeliyiz. Unutmayalım ki her gün olduğu gibi bu güzel ve anlamlı bayram günlerinde de fizik ve ruh sağlığımızı korumak için bazı önlemleri almak çok önemli. Tek arzu, hedef ve beklentimiz, hepimizin hem de çokça hak ettiği bu bayram tatilini sağlıklı, huzurlu ve mutlu şekilde geçirmek. Dokuz Eylül Hastanesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Ersoy seyahatte ilk yardımı anlattı, önerilerini sıraladı;

 

 

 

ARABA KULLANIRKEN DİKKAT EDELİM

* Mutlaka en kısa zamanda ilk yardım kurslarına katılalım, çünkü kaza ve yaralanmalardan sonra bilinçli ilk yardım uygulamak ölüm ve yaralanma riskini yarı yarıya azaltır,   * Yola çıkmadan önce aracımızın tüm periyodik bakımlarını yaptırmış olalım. Binerken de tekrar lastik havalarına, bagajda yedek lastik, bijon anahtarı, ilk yardım çantası olup olmadığını kontrol edelim, * Tatilin ilk ve son günü şehirlerarası yollarda trafik yoğunluğu artmaktadır. Bu günlerde daha çok sayıda kaza olduğu için bayram başlamadan veya bitmeden bir gün önce yola çıkalım, * Uzun yolculuklarda en geç iki saatte bir mola verelim çünkü birinci saatten sonra özellikle de hava sıcak ise dikkatimiz azalmakta ve dağılmakta, kaza yapma riskimiz artmaktadır, * Molalarda ağır, kızartmalı, yağlı, hamurlu, şekerli gıdalardan uzak duralım. Asla alkol alarak yola çıkmayalım. Bu tür yiyecekler uykumuzun gelmesine, direksiyon başında dikkatimizin dağılmasına neden olur,  * Araba kullanırken uykumuz gelir, dikkatimizi toplayamaz hale gelirsek derhal uygun bir mola yerinde duralım, yüzümüzü yıkayalım, dinlendikten sonra yola devam edelim. Unutmayalım ki acele giden, ecele gider, * Araba kullanırken dikkatimizi dağıtacak şeyler (sigara içmek, cep telefonu ile konuşmak, internete girmek, gelen mesajları okumak veya cevap vermek, radyo, CD çalar ile aradığımız şarkıyı bulmaya çalışmak vs.) yapmayalım, * Kazaların %95’i biz sürücülerin yani insan hatasından (hatalı sollamak, aşırı hız, alkollü araç kullanmak vs.) kaynaklanmaktadır. Biz dikkatli araç kullansak bile karşımızdaki veya önümüzdeki sürücünün her an hata yapabileceğini düşünüp aracımızı çok dikkatli kullanalım. Bunun da en iyi yolu sürat yapmamaktır, * Arabaya bindiğimiz andan itibaren hangi koltukta olursak olalım (şoför, şoför yanı, arka koltuklar vs.), gideceğimiz yol çok kısa bile olsa emniyet kemerimizi mutlaka takalım çünkü kemer bizi oluşabilecek yaralanmalardan korumaktadır, * On iki yaşından küçük çocuklar asla ön koltukta oturtulmamalı, anneler çocukları kucaklarında seyahat etmemelidir. Dikkat ettiyseniz bu şekilde oturup seyahat eden anneler annelik içgüdüsü ile çocuklarına sıkı sıkı sarılmakta, kaza olursa onu refleks olarak koruyabileceğini düşünmektedir. Hâlbuki gerçek hayatta kaza olunca onları bu şekilde korumak mümkün değildir. Bu nedenle çocuk yaşına göre ya arka koltukta kemerini takarak veya yine arka koltukta bebek koltuğunda oturmalıdırlar, anne kucağında değil, * Lütfen süratli giderek, yazılı hız sınırlarını aşmayalım. Mesafe olarak 100 km uzaklıkta bir yere saatte 120 km. hızla gittiğimizde 50 dakikada ulaşırız. Aynı uzaklığa, saatte 90 km. hızla gittiğimizde ise 67 dakikada. Arada sadece 17 dakika fark var. Risk almaya değer mi? Bu nedenle gittiğimiz yolda ki hız sınır levhalarına uyalım, * Özetle, aman dikkat edelim, tatlı bayramımız ile yakınlarımıza derin acılar yaşatmayalım. Geç geldi desinler, geçmiş olsun demesinler.

 

MİDE BAĞIRSAK SİSTEMİMİZİN SAĞLIĞI

Aramızda oruç tutanlarımız var. Bu mübarek ay da bu kişiler uzun süre aç kalmaya alıştılar. Bayram günlerinde hepimize çokça tatlı ve yemek ikram edilecek. Gerek tatlı gerekse yemek yemek insanı mutlu eden ve haz veren bir davranış. Yiyeceğe ulaşmak çok kolay. Bu nedenle de üzüntülü, sıkıntılı, gergin anlar da yemek/tatlı/çikolata yiyerek o sıkıntılı ruh halinden kurtulmaya çalışıyoruz. Sonuçta kilo ve obezite dünyanın en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Bu nedenle lütfen bayram günlerinde ikram edilen her yemek ve tatlıyı kabul etmeyelim ve yemeyelim, teşekkür ederek kibarca ret edelim. Unutmayalım ki yenilen fazla yemek ve tatlılar bize sonra kilo artışı şeklinde geri dönecektir. Yoksa bu durum mide barsak hastalıklarına, karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishal gibi hastalıklara neden olabilir. Fazla yemek ve tatlı yemek aynı zamanda uyku da getirebilir. Eğer tok karına yola çıkacaksak daha dikkatli olmak gerekir. Özetle yemek ve ikramları daha dikkatli ve kontrollü yiyerek hem kendimizi fazla kilolardan hem de mide barsak sistemi hastalıklarından koruyalım. Yani ev sahibi isek yemek konusunda ısrarcı olmayalım, misafirlikte bize ikram ediliyor ise o zamanda hayır demesini bilelim.

Yazının Devamını Oku

Sinsi bir göz hastalığı: Keratokonus

25 Mart 2024
Bir çok kişi bu hastalığa sahip olduğunu son aşamada öğreniyor. Bir göz hastalığı olan keratokonusa yakalanan ve erken evrede öğrenenlerin çoğunluğu ise yanlış tedavi ediliyor. Keratokonusun sinsi bir göz hastalığı olduğunu söyleyen Kaşkaloğlu Göz Hastanesi’nin kurucusu Prof.Dr.Mahmut Kaşkaloğlu konu ile ilgili şunları anlattı;

 

 

 

Miyop astigmat, gözün önündeki saydam tabaka olan korneanın şekline veya göz boyunun uzun olmasına bağlı uzağı görememe şikâyetiyle ortaya çıkar. Genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlar. Ancak, başlangıç yaşı bireyler arasında büyük farklılıklar gösterebilir ve bazı insanlar daha ileri yaşlarda bu durumu geliştirebilir. Miyop astigmatın başlangıcı ve ilerlemesi genetik faktörler, yakın işlerle (okuma veya bilgisayar kullanımı gibi) geçirilen zaman ve muhtemelen çevresel faktörler tarafından etkilenebilir. Özellikle çocuklarda, düzeltilmemiş görme problemleri öğrenme ve gelişimi etkileyebileceği için, erken tespit ve yönetim için düzenli göz muayeneleri önemlidir. Diğer taraftan keratokonus adı verilen rahatsızlık da aynı yaşlarda başlar. Keratokonus, gözün ön yüzeyinin (korneanın) zamanla incelip konik bir şekil almasıyla karakterize bir göz hastalığıdır. Genellikle ergenlik döneminde veya genç yetişkinlikte, yaklaşık 10 ila 25 yaşları arasında başlar. Ancak, bu durumun ortaya çıkış yaşı bireyden bireye değişiklik gösterebilir. Keratokonusun ilerlemesi kişinin yaşına, hastalığın başladığı zamana ve diğer birçok faktöre bağlı olarak değişebilir. Hastalık genellikle yavaş ilerler ve 10 ila 20 yıl içinde kararlı bir duruma gelebilir. Keratokonus bazılarında hafif belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi bazılarında kornea nakline kadar gidebilen göz bozukluklarına neden olabilir. Keratokonus genetik nedenlere bağlı olabileceği gib gözlerini çok ovarak kaşıyanlarda sık görülür. Sık göz ovarak kaşıma göz allerjisi olanlarda ve Down sendromu olanlarda rastlanılan bir durumdur. Erken teşhis ve uygun tedavi, görme kaybını önlemek ve yaşam kalitesini korumak için önemlidir.

Miyop astigmat ve keratokonus genellikle aynı yaşlar başlar ve ikisinin de erken belirtileri aynıdır. Yani başlangıç safhasında keratokonusu miyop astigmattan standart bir göz muayenesiyle ayırmak mümkün değildir. Ayırıcı tanı erken safhalarda kornea topografisi tetkikiyle yapılabilir. Keratokonus erken teşhis edildiğinde ilerlemeyi durduran Crosslinking tedavisi yapılmalıdır. Bir çocuk veya gençte hatta hangi yaşta olursa olsun myop astigmat ilk defa teşhis edildiğinde kornea topografisi yapılarak keratokonus olasılığı bertaraf edilmelidir. Ancak ülkemizde hatta gelişmiş ülkeler dedikerimizde dahi kornea topografisi standart ölçüm olmadığından keratokonuslu hastalar miyop astigmat tanısıyla vakit kaybetmekte ve hastalık ileri safhalara geldiğinde, koruyucu tedavi olan Crosslinking için geç kalındıktan sonra tanı koyulmaktadır. Biz kliniğimizde  göz numarası ilerlediği için defalarca muayene olmuş ancak keratokonus olduğu halde teşhis edilmemiş hastalara rastlıyoruz. Aileler bu konuda bilinçli olmalı özellikle gençler sık gözlük değiştiriyorsa, aldıkları gözlükten memnun kalmıyorlarsa keratokonus yönünden araştırılmalarını talep etmelidirler.

Yazının Devamını Oku

Çağın tehlikesine karşı HPV aşısı  

18 Mart 2024
HPV, insanlarda oldukça yaygın olarak bulunan ve çoğu kişide bir soruna yol açmasa da bazı kişilerde genital siğil ve kansere sebep olabilen virüsün adı. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi/ Enfeksiyon- Klinik İmmünoloji- Romatoloji Bilim Dalı Uzmanı Dr. Tuba Demirci Yıldırım ve Prof. Dr. Şükran Köse İnsan papilloma virüsünü anlattı.

 

 

 

HPV (İnsan Papilloma Virus) 200’den fazla türü olan, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyondur. 40’ dan fazla türü siğile neden olurken, bazı türleri ise kansere sebep olabilen (onkojenik) bir virüs. Sebep olduğu kanserlerin başını rahim ağzı (serviks) kanseri çekmektedir, alma  baş – boyun kanserlerinin sıklığı da her geçen gün artmaktadır. Virüs bulaşmış kişilerin yüzde 40-50’ si cinsel hayatının ilk iki yılı içinde enfeksiyonu geçirir. Kanser öncesi lezyonlar 20-29’ lu yaşlarda pik yaparken, kanser ise 40- 49’lu yaşlarda artış gösterir. Erken tanı, tedavi şansını arttırmaktadır.

HPV genellikle cinsel yolla bulaşır. Bulaştırıcılıkta kadın ve erkek üstünlüğü yoktur, iki cinsiyet de bulaştırıcı olabilir. Cinsel temas dışında havlu, bornoz, iç çamaşırı gibi kişisel olması gereken eşyaların ortak kullanımı, tuvalet gibi ortak alanların aktif HPV taşıyıcısı ile kullanımı, ellerini yıkamayan HPV taşıyıcı bir kişiyle tokalaşmak olarak sayılabilir.

 

 

EN ÖNEMLİ KORUNMA AŞI

Yazının Devamını Oku

Aralıklı oruç ve sağlık

11 Mart 2024
SON zamanlarda uluslararası alanda oldukça ses getiren aralıklı orucun vücudumuza olan katkılarının bilimsel olarak gösterilmesi aslında oruç tutmanın sağlığımız için ne denli yararlı olduğunu bir kez daha vurguluyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi SUAM Çocuk İmmünolojisi ve Alerji Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Demet Can, aralıklı orucun yararlarını anlattı:


“Aralıklı oruç (6-8 saat beslenme süresi,16-18 saat açlık) şeklinde beslenme süresini gün içinde 6 ya da 8 saat ile sınırlandırmak ve enerji kaynağı olarak glikoz yerine keton cisimciklerinin kullanılmasını sağlama metodudur. Aralıklı oruç sırasında vücudumuz glikozdan mahrum kalır ve keton adı verilen alternatif bir yakıt kaynağı üretmek için yağları parçalamaya başlar. Aralıklı oruç bu yolla kilo kaybını teşvik ettiği için son yıllarda çok popüler oldu. Ancak sadece kilo vermemizi sağlamaz aynı zamanda bağışıklığı güçlendirebilir ve hastalıklarla mücadeleye yardımcı olur. Çünkü kanda yüksek şekerin varlığı bağışıklık hücrelerinin hareketini yavaşlatır. Farelerde yapılan deneyler, bağışıklık hücrelerinin eğer enerji kaynağı olarak glikoz değil de ketonları kullanırlarsa enfeksiyonlara ve kansere karşı daha etkili bir şekilde savaştığını göstermektedir. Çünkü enfeksiyonlara ve tümörlere yanıt veren bağışıklık sisteminin T hücreleri, hastalıklarla savaşırken ketonlardan enerji elde etmektedirler. Deneysel çalışmalar eğer farelerin ketonları parçalayıp enerji üretmeleri sağlanırsa mikropları öldürmek için daha fazla sitokin salgıladıklarını göstermiştir. Özetlemek gerekirse oruç tutmak bize keton kazandırmakta böylece mikroplarla savaşımızda cephedeki asker ve mühimmat sayısını arttırmaktadır.


​BAĞIŞIKLIĞIMIZA KATKISI

Oruç sırasında 12 saatlik açlık sonrası keton cisimcikleri yavaş bir şekilde artmaya başlayarak 24. saatte oldukça yüksek düzeye çıkar ve vücutta yoğun bir tamir süreci başlar. Aralıklı oruç diyetinin asıl hedefi, metabolizmanın hızını artırmaktır. Buna bağlı olarak vücuttaki fazla yağlar daha hızlı kaybedilir ve kilo verme işlemi kolaylaşır, strese karşı direnç ve inflamasyonun baskılanması gerçekleşerek vücudun direnci artar. Bağışıklık sistemi bu elverişli ortamda vücudu onarmak için zaman kazanır, açlık esnasında metabolik hasarlı moleküller tamir edilir ya da ortadan kaldırılır. Üç öğün yemek ve arada atıştırmalıklar şeklinde beslenmede bu tamir süreci gerçekleşemez.

Ramazan ayında yaklaşık olarak 14 saat açlık süresi bulunmaktadır. Bu süre hücre onarımı için oldukça elverişlidir. Ramazanın getirdiği aralıklı beslenme bağışıklık sistemimiz vücudumuzun yıllık tamirini gerçekleştirecektir. Ancak sadece aç kalmak yeterli olmayabilir, oruç olmayan zaman diliminde kişinin sağlıklı besinler tercih etmesi gerekir.”

Yazının Devamını Oku

Obezite cerrahisine diyetisyen bakışı

4 Mart 2024
OBEZİTE tüm dünyada salgın gibi yayılıyor. Hem ülkemizde hem de dünyada kontrolsüz bir şekilde artarak tüm insanlığı etkileyen obezite sadece erişkin kadın ve erkeklerde değil, ne yazık ki çocuklarda bile çok erken yaşlarda görülebiliyor. Özel Medifema Hastanesi Diyetısyeni Bilge Nur Yörük, bu konudaki cerrahi operasyonlara yönelik görüşlerini aktardı.

 

 

Geçen yıl yayınlanan içinde Türkiye’nin de bulunduğu Dünya Obezite Federasyonu Raporu; 2035 yılında yetişkinlerin yarıdan fazlasının obez olabileceğini duyurdu. Bu oldukça korkutucu bir rakam. Rapor obezitenin 2035 yılında 4 milyardan fazla insanı etkileyeceğini belirterek bundan en hızlı etkilenen grubun ise çocuklar olduğunu söyledi. Tam da bu noktada son dönemlerde adından oldukça söz edilen obezite cerrahileri, kilo verme sürecine alternatif bir pencere mi açtı acaba?

Obezite cerrahilerine talebin son dönemlerde artması obezite vakalarının da arttığını düşündürmesinin yanında ‘acaba bu talebin asıl sebebi hızlı kilo verme isteği mi?’ sorusunu da akıllara getiriyor. Şu an bu yazıyı okuyanlar arasında kolay yol olarak obezite ameliyatlarını düşünenleriniz var ise kararlarının doğru olup olmadığını tekrar düşünmelerini istiyorum. Çünkü bu işlemler neticede cerrahi bir operasyon olduğundan dolayı işlem sonrasında da özel bir beslenme programı uygulamak gereklidir. Kilo vermenin en sağlıklı yolu diyetisyen tarafından kişiye özel planlanmış bir beslenme programının yanında size uygun egzersiz ve spor ile kilo vermenizdir. Ancak kilo verme sürecinize engel metabolik hastalıklarınız veya endokrin bozukluklarınız mevcutsa bunların tedavisini operasyondan önceki dönemde görmelisiniz. Sonrasında BKI değeriniz obezite cerrahisi kriterlerini karşılıyor; doktorunuz da size bu operasyonları öneriyor ise pek tabii bu cerrahi işlemlerden fayda görebilirsiniz. Ancak tekrar altını çiziyorum obeziteye çözümün kolay yolu olarak değil, obezitenin bir tedavi yöntemi olarak cerrahi işlemleri tercih etmelisiniz. Obezite cerrahisi, kilo kaybı için diyet, egzersiz ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi yöntemlerle başarılı olamayan veya bu yöntemleri sürdürmekte zorlanan kişilere yardımcı olmak için kullanılır. Bu işlemler günümüzde obezitenin tedavisinde sık başvurulan alternatif bir seçenek haline gelmiştir. Ancak şunu belirtmek isterim ki kişi yaşam tarzı değişikliği yapmadığı sürece, cerrahi işlemlerden mucize beklemekte gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Bu işlemler; mide bandı, gastric bypass, mide botoksu, mide balonu ve en çok bilinen tüp mide ameliyatıdır. Tüp mide denmesinin sebebi ise midenin büyük bölümünün alınması sonucunda yeni halinin gerçekten de ince uzun bir tüpü anımsatması. Operasyonda mideden alınan kısım açlık hormonu salgısının yoğun salgılandığı bölgedir ve bireyler bu sayede, operasyon sonrası açlık hissi oluşmadan kolay kilo verebilmektedir. Ancak operasyon sonrası eski beslenme alışkanlıklarına dönmemek ve mutlaka diyetisyen, doktor gözetiminde ilk 6 ayı sıkı takipli geçirmek önemlidir. Bu operasyonu geçirmiş bireylerin dikkat etmesi gereken 4 büyük önemli nokta vardır; küçük lokmalar ve porsiyonlar halinde beslenmek, yeterli sıvıyı ve uygun vitamin takviyelerini kullanmak, gaz sancı şikayetlerinin minimum seviyede olması için mutlaka yürüyüş yapmak ve son olarak kas kaybını en alt seviyede yaşanması için diyetisyen tarafından planlanmış proteinli ve dengeli bir beslenme planı ile bu süreci en sağlıklı şekilde tamamlamak. Bu süreçte size uygun beslenme modeli ve medikal tedaviler doktorunuz ve diyetisyeniniz tarafından belirlenmektedir ve aynı zamanda süreç boyunca en yakın arkadaşınız olmaktadır.

Obezite tüm hastalıkların öncüsüdür. Henüz şeker, kalp ve tansiyon rahatsızlıklarından tanı almamış olsanız bile kilo artışınız devam ettiği sürece bu rahatsızlıklara ve pek çoğuna yakalanma oranınız artacaktır. Bu sebeple fazla kilonuzdan kurtulmak ve size en uygun zayıflama yöntemini belirlemekte geç kalmayın..

Yazının Devamını Oku

Obeziteyi önleyebiliriz

27 Şubat 2024
 ÇOCUK ve gençlerde dengesiz beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarından biri olan obezite; genel olarak enerji alımının enerji tüketiminden fazla olduğu durumlarda, yağ dokusunun artmasıyla ortaya çıkan klinik bir durum olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi “Sağlığı bozacak ölçüde yağ dokusunda anormal veya aşırı miktarda yağ birikmesi” olarak tanımlamıştır. Obeziteyi değerlendirirken vücuttaki yağ dokusu ile yağsız dokunun oranlarının bilinmesi de önemlidir. Dr.Behçet uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Hastanesi Başhekimi Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Prof. Dr. Behzat Özkan konu ile ilgili şunları anlattı.

 

Çocuk ve gençlerde obezitenin en önemli nedeni; ekzojen obezite dediğimiz hareketsizlik, hatalı beslenme alışkanlıkları, televizyon ve bilgisayara aşırı vakit ayırma vb. çevresel faktörlerden kaynaklanan obezite tipidir. Çocuk ve gençlerde obezite sıklığı gittikçe artmaktadır. Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fiziki aktiviteden uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir. Özellikle sosyoekonomik düzeyi yüksek toplumlarda teknolojinin gelişmesine bağlı olarak fiziksel aktivite yetersizliği ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi (dengesiz ya da aşırı beslenme) obezitenin esas çevresel nedenlerini oluşturmaktadır. Sosyoekonomik düzeyi düşük toplumlarda ise, özellikle uygun gıda bulma olanaklarının kısıtlı olması kişileri tek yönlü beslenmeye götürerek, obezite sıklığında artışa yol açmaktadır. Ülkemizde ise özellikle şehir çocuklarında önemli bir sağlık sorunu konumundadır.

Dünyada obezite oranı 1975 yılına kıyasla üç kat artmıştır ve giderek artmaktadır. 2020 yılında dünyada 5 yaş altı 39 milyon çocuğun obez veya fazla kilolu olduğu tespit edilmiştir. Covid-19 pandemisi sonrasında da bu artış hızlanmıştır. 2025 yılında dünya genelinde toplumun yaklaşık %50’sinin obez olacağı öngörülmektedir. Obez çocukların %30’u, obez gençlerin ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar. Bu durum, ileri yaşlarda morbiditesi yüksek hastalıkların sıklığını artrmaktadır. Obezite ile hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, diyabet, eklem sorunları, karaciğer yağlanması, bazı kanser türleri, solunum yetmezliği ve endokrin bozukluklar (erken ergenlik, adet düzensizlikleri, polikistik over sendromu, infertilite) gibi birçok hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğu, obez kişilerde yaşam süresinin kısaldığı iyi bilinmektedir. Çocuk ve gençlerde obezite ve ilişkili olduğu önemli hastalıkları önlemek için destekleyici ortamlar oluşturulmalı, sağlıklı beslenme için seçenekler sunulmalı ve fiziksel aktivite imkanları arttırılmalıdır. Kliniğimizde de takip ettiğimiz obez çocuk ve gençlerimizin doktor muayenesi sonrası diyetisyen ve psikolog görüşmeleri sağlanmaktadır. Eşlik edecek hastalıklar açısından tetkikleri yapılmaktadır. Obezitenin tedavisinin bir davranış terapisi olduğu, tedavisinin zor, ancak diyetisyen-pediatrik endokrinolog ve ailelerin sıkı iş birliği içinde olduğu bir ekiple başarılabileceği akılda tutulmalıdır.

 

 

NELER YAPILMALI?

* Yağ ve şeker içeren yüksek kalorili gıda tüketimini azaltın, günde metrekare başına en az 2 lt su tüketin.

* Meyve ve sebzelerin yanı sıra baklagiller, kepekli tahıllar ve kuruyemiş tüketimini artırın.

Yazının Devamını Oku

Horlama ve uyku apnesi ilişkisi

19 Şubat 2024
VÜCUT kitle indeksinin (BMI), boy uzunluğuna ve vücut yapısına uygun olmaması durumudur.

Obezite, karın bölgesinin ve iç organlarının yağlanması şeklinde olarak da bilinir. Vücutta yağ oranının dengesiz artışı kalp damar hastalıklarına buna bağlı olarak damar tıkanıklığına, inme ve kolesterole neden olabilir.Aşırı kilonun Horlama ve uyku apnesi ile arasındaki ilişkiyi İzmir Ekol Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Çağlar Çallı anlattı. Obezite, horlama ve tıkayıcı uyku apnesi sendromu için en güçlü risk faktörüdür. Büyük insan topluluklarında yapılan çalışmalar analiz edildiğinde, kilo alımı ile OSAS’ın gelişme riskindeki artış arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Orta-şiddetli OSAS’ın yüzde 58’inin obeziteye bağlı olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, klinisyenlerin artan yaş, erkek cinsiyet, kadınlarda perimenopozal veya postmenopozal durum ve yüz ve kafatası anomalileri gibi diğer risk faktörlerinin de farkında olması gerekir. Daha yakın zamanlarda, klinisyenler OSAS’ın gelişiminin ve ardından uyku bölünmesinin hızlanmış kilo alımına katkıda bulunabileceğini kabul ediyor. Birçok hasta OSAS tanısından önceki yıl kilolarında hızlı artışlar olduğunu bildirmektedir. Bu hızlı kilo alımı, sıklıkla horlama yoğunluğundaki artışlar, yorgunluk ve gündüz uyku hali gibi OSAS semptomları ile ilişkilidir. Bu karşılıklı ilişkinin altında yatan kesin mekanizmalar tam olarak aydınlatılabilmiş değil. OSAS sebebiyle ortaya çıkan uyku yoksunluğu durumlarının, iştah hormonlarındaki artışla ilişkili olduğunu ve ardından kalorisi yoğun gıdaların tercihi de dahil olmak üzere değişen yeme düzeniyle ilintili olduğunu gösteren veriler bulunmuştur. OSAS ile obezite birbirini besleyen iki klinik durumdur.

Obezite OSAS’ı besler, OSAS obeziteyi ...

Hekim en doğru müdahale ile araya girip, bu kısır döngüden hastayı çıkarmalıdır. Gereğinde ve yerinde yapılan cerrahiler ile OSAS ile ilişkili hızlı kilo alımına müdahale etmek ve önlemek önemlidir. Horlama ve OSAS’ı kontrol altına almak, kilo artışındaki bu olumsuz etkiyi engellemek açısından önemlidir. Uyku apnesi tespit edilen hastalarımızda tedavi yolları yapılan uyku testindeki uyku apnesinin şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Hafif durumlarda basit bir burun ameliyatı ve diğer konservatif yöntemlerle (kilo vermek sigarayı bırakmak, yatış pozisyonunu değiştirmek vb.) hastalar rahatlarken, orta derecedeki durumlarda burun ameliyatı ile birlikte horlama ameliyatı dediğimiz bir dizi boğaz ile ilgili ameliyatlar gerekebilir. İleri derecede uyku apnesi ise çoğunlukla CPAP cihazı dediğimiz pozitif basınçlı hava veren cihazlar kullanılabilir

Yazının Devamını Oku

Sağlığımızı korumak için hangi antioksidanlar

12 Şubat 2024
BESİNLERİN lezzeti kadar antioksidan kapasiteleri de önemli. Çünkü bir besinin antioksidan gücü arttıkça sağlık faydaları da çoğalır. Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Tıp Fakültesi, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Çocuk İmmünolojisi ve Alerji Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Demet Can Antioksidanları anlattı.Hava sıcaklıkları düşmeye başlarken önce çocuklar, sonra büyüklerde solunum yolu enfeksiyonları yükselişe geçiyor. Soğuk algınlığı ile mücadele eden bağışıklık sistemimizi nasıl destekleyebiliriz? Son zamanlarda balık yağı ve arı poleni yanısıra çokça adı geçen yeni bir destek grubu var: Antioksidanlar. Vücudumuzu enfeksiyonlardan, mikroplardan ve diğer hastalık yapıcı etkenlerden koruyan antioksidanlar, bağışıklık sistemini destekleyerek vücudun hastalıklara karşı daha dirençli hale gelmesini sağlıyorlar.


Hastalıklara karşı vücudumuzun savunma mekanizmalarını yöneten bağışıklık sistemi, bizi sadece mikroplardan değil pekçok zararlı faktörden korur ve sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlar. Yaşlanmaya ve hastalığa neden olan bu zararlı faktörlerin başında serbest radikaller gelir. Serbest radikaller, en az bir elektronu eksik olan moleküllerdir, bu da onların kararsız ve çok reaktif olmalarına neden olur. Bu radikallerin yüksek reaktivitesi, stabilize etmek için ihtiyaç duydukları elektronu/elektronları kazanmak için diğer moleküllerle oksitlenmelerine yol açar. Proteinler, lipitler ve DNA gibi çeşitli bileşiklerle oksidasyona girer ve vücut hücrelerine zarar verir. Bu zararın sonucunda başta kanser, hipertansiyon, damar sertliği, şeker hastalığı, romatizma, alzheimer hastalığı, parkinson hastalığı, göz hastalıkları (örneğin yaşa bağlı makula dejenerasyonu, katarakt) olmak üzere pekçok hastalık karşımıza çıkabilir.
İşte serbest radikal hasarını ve bununla ilişkili sağlık sorunlarını en aza indirmenin veya önlemenin bir yolu, antioksidanların düzenli olarak alınmasıdır. Antioksidanlar serbest radikallere karşı koyan, oksidatif stresi ve hücresel hasarı önleyen bileşiklerdir. Vücudumuz tarafından üretilebilir, beslenme yoluyla alınabilir veya ilaçlarla takviye edilebilir.

* Çinko: Temel bir eser elementtir, özellikle, oksidatif-antioksidatif dengenin korunmasında önemli rol oynar. * Selenyum: Bağışıklık sisteminin normal fonksiyon görmesinde katkı sağlar. * Vitamin C: Güçlü bir antioksidandır. Ayrıca bağışıklık sistemi hücrelerinin sağlığını destekler. * Vitamin E: Hücre zarlarını serbest radikallerin zararlarından korur ve bağışıklık sistemini güçlendirir. * Beta Karoten: Vücudumuzda A vitamininin üretimine katkıda bulunur ve bağışıklık sistemini destekler. * Diğer antioksidanlar; Vitamin A, flavonoidler, Likopen, Lutein, Manganez, Terpenoidler, Zeaksantin, Glutatyon olarak sıralanır.
Dengeli ve düzenli beslenme, bağışıklık hücrelerinin gelişimi, bakımı ve optimal işleyişinde anahtar rol oynar. Besinlerle alınan antioksidanlar, müzmin hastalıklara davetiye çıkaran vücudu serbest radikaller olarak bilinen zararlı moleküllerin olumsuz etkilerine karşı koruyan bileşiklerdir.

HANGİ BESİNLERLE ALINIR
Neredeyse tüm meyve ve sebzeler, bitkisel besin içerikleri nedeniyle antioksidan kaynağıdır. Antioksidanlardan en zengin besinler arasında; C ve E vitamininden zengin olan portakal, mandalin, limon gibi narenciye ürünleri, enginar, ıspanak, ceviz, ahududu, zeaksantin içeriği ile göz sağlığımızı koruyan kırmızı yaban mersini olarak bilinen goji berry, kara üzüm, kakao çekirdekleri, yeşil çay, kırmızı pancar, kırmızı lahana ve sarımsak gelmektedir.

DAHA ÇOK GEREKTİĞİ HALLER

Yazının Devamını Oku