Barbaros Tapan

Miami kartelinin patroniçesi

10 Şubat 2024
Kolombiyalı Medellin kartelinin ünlü baronu Pablo Escobar’ın hayatını konu alan “Narcos” dizisinin yapımcısı Eric Newman bu kez Medellin’den kaçıp Miami’de kurduğu uyuşturucu imparatorluğunun ‘patroniçe’si Griselda Blanco’nun öyküsünü ekrana taşıdı. Griselda Blanco’ya dizinin yapımcıları arasında da olan Kolombiyalı ünlü oyuncu Sofia Vergara oynadı. Sofia Vergara ve Eric Newman, “Griselda” dizisi hakkında merak edilenleri Kelebek okurları için anlattı.

Griselda Blanco’yu nasıl keşfettiniz ve bu diziyi neden yapmak istediniz?

- Aslında o dönemde Kolombiya’da büyümüş olmama rağmen adını hiç duymamış olmam ilgimi çeken ilk şeydi.

O dönem derken neyi kast ettiniz?

- Uyuşturucu trafiğinin patlama yaşadığı ve kartel üyelerini herkesin bildiği dönem. Ne yaptıklarını biliyorduk ve Amerika Birleşik Devletleri onların peşindeydi. Bu adamların karşısında bu seviyeye gelebilen bir kadının olması bana çok ilginç geldi. Ama daha ilginç olan Griselda’nın kim olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Ben bilmiyordum, ailem bilmiyordu. Bu durum ilgimi çeken ve keşfedilmesi gereken bir durumdu.

Griselda’nın hakkında bu kadar az bilgi varken onun narkotik dünyasında yükselişini araştırmanızda hangi kaynaklar yardımcı oldu?

- Onu ilk kez “Kokain Kovboyları” belgeselinde izlediğimden beri ‘bu hikâye gerçekten doğru mu’ diyordum. İzledikten sonra konuyu unutmuştum ta ki bir gün uçakta dergide onun hakkında yazılmış makale görene kadar... O makaleyi okuduktan sonra narkotik konusunda bilgisi olan herkese bu hikâyenin doğru olup olmadığını sordum. Bu kadının gerçekten var olduğunu fark ettiğimde daha derinlere daldım. ABD’de 22 yıl hapis yatmış, kamuya açık kayıtları incelemek için işe oradan başladım.

Yazının Devamını Oku

Leonard BernsteIn’In benimle olduğunu hissettim

3 Şubat 2024
Amerikalı bestekâr ve orkestra şefi Leonard Bernstein’ın hayatını ve aktris eşi Felicia Montealegre ile evliliğini konu alan “Maestro” filminin yönetmenliğini, senaristliğini ve başrolünü Bradley Cooper üstlendi. Felicia Montealegre karakterini ise Carey Mulligan oynadı. Bu yıl 96’ncı kez sahipleriyle buluşacak olan Akademi Ödülleri’nde ‘en iyi film’, ‘en iyi erkek oyuncu’ ve ‘en iyi kadın oyuncu’ başta olmak üzere 7 dalda Oscar’a aday gösterilen “Maestro”yu Bradley Cooper ve Carey Mulligan ile Kelebek okurları için konuştuk.

“A Star is Born” ve “Maestro” arasındaki ortak nokta müzik. İki filmde de müziğin ön planda olması bir tesadüf mü yoksa bu size hitap eden bir tür mü?

- Bradley Cooper: Bence iki filmin de arka arkaya müzikle iç içe olması kesinlikle bilinçli bir şey değildi. “Star is Born”dan sonra başka bir filmi yazıp yönetip yönetemeyeceğimi bilmiyordum. Sonra bu proje ortaya çıktı. Evet, her iki filmin de kökeni müzik... “Star is Born” gitar sesi, “Maestro”daysa şeflik takıntımdı. Ama kesinlikle bilinçli bir şey değildi. Ayrıca “Maestro”da hikâye Leonard ile Felicia’nın ilişkisi hakkında...

Leonard ve Felicia’nın kişiliklerine sadık kalarak karakterlerin özünü yakalamaya çalıştınız. Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar var mıydı?

- Carey Mulligan: Diyaloglardaki konuşma stili dikkat edilmesi gereken bir konu. Leonard özellikle inanılmaz derecede tanınmış ünlü bir kişilik. Senin de dediğin gibi oyuncu olarak onların özünü yakalamak istiyorsun. Felicia’nın çok tanınan bir karakter olmaması nedeniyle ben biraz daha serbest hissettim. Ama Felicia’nın sesi o kadar melodik ve güzel ki, özellikle sesimin öyle olmasını istedim ve doğru yapmak istedim. Çünkü konuşma şekli, sesi, aksanı onun kim olduğunu çok iyi yansıtıyordu. Kamera önüne geçtiğimde kendimi tamamen rahat hissetmek için Bradley’le oturup senaryonun sayfalarını ve sahneleri tekrar tekrar çalıştık.

- Bradley Cooper: Ben karakteri insanileştirmeye, araştırmalarımda bulabildiğim her şeyi ortaya çıkarmaya, onları içime çekip ne olduklarını ve kim olduklarını anlamaya çalışıyorum. Bulduklarımda bir hikâye var mı? Keşfedilecek farklı şeyler var mı? Bu bir nevi süreç. Gerçekten hazırlanırken yaptıklarım arasında doğru manevra yapmalıyım gibi bilinçli şeyler yok. Gerçeği kazarak ortaya çıkartıyorum.

BERNSTEIN’IN AİLESİ BİZE

Yazının Devamını Oku

‘Bende iş bitmedi’ diyenlerin filmi

27 Ocak 2024
Başrollerinde Annette Bening ve Jodie Foster’ın yer aldığı “NYAD” 64 yaşındaki yüzücü Diana Nyad’nın Küba’dan Florida’ya yüzerek tarihi bir zafer kazanmasını anlatıyor. Diana Nyad’ın “Find a Way” adlı kitabından uyarlanan biyografik filmin yönetmen koltuğunda Jimmy Chin ve Elizabeth Chai Vasarhelyi oturuyor. 96’ncı Oscar Ödülleri’nde Annette Bening, ‘Diana’ rolüyle ‘en iyi kadın oyuncu’ dalında aday oldu. Diana Nyad’ın en iyi arkadaşı ve koçu Bonnie Stoll’u canlandıran Jodie Foster da ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ dalında Oscar’a aday gösterildi. 29 yıl sonra Oscar adaylığı kazanan Jodie Foster ve Anne Bening ile filmi Kelebek okurlarına anlattı.

Bu film insanlara yeni bir şeyi denemeyi düşündürmenin yanı sıra harekete geçmek ve o şeyi yapacak yolu bulmak için de ilham veriyor. Bu filmde çalışmak, bu hikâyeyi anlatmak sizin kendi hayatınızda yeni hedefler koymanıza sebep oldu mu?

- Jodie Foster: İnsanlara inanılmaz derecede ilham veren bir hikâye. Bu deneyimin bize dokunma biçiminin hayat değiştirdiğini hissediyorum. Filmin yönetmenlerinden Elizabeth Chai Vasarhelyi’nin bana sorduğu ilk şey “Bu filmi neden yapmak istedin?” oldu.‘Bende daha iş bitmedi’ diyenlerin filmi. Tüm dünya artık işin bitti diye düşünüyor olsa da ama bitmedi diyen bir kadının hikâyesi. Kendime gelirsem belki yakın zamana kadar bu bakış açısının ne kadar önemli olduğunu yüzde yüz kavramamıştım ama artık ‘benim de işim bitmedi’ diyorum. Yaşlandıkça kendinizi yeniden keşfetmelisiniz. Toplum aksini iddia ediyor, yaşlanınca işimizin bittiğini hissettiriyor. Aslında yeni tarzınızla, deneyimlerinizin verdiği bilgeliğinizle ve kabul ettiğiniz bedeninizle kendinizi yeniden keşfetmelisiniz. Toplum ya da kültür kadınlara izin vermiyordu ama artık ‘hayır’ demek ve nefes aldığım sürece ‘işim bitmedi’ demek o kadar önemli ki...

- Annette Bening: Annem 94 yaşında. Harika bir insan. Babam yeni öldü, bir buçuk ay önce kaybettim. 97 yaşındaydı. Benim arzuladığım şey annemin olduğu sakin bir yer. Annem her sabah uyanır bir müddet bilgisayarına bakar. Bulmacalarını çözer ve sürekli kitap okur. Arkadaşlarıyla vakit geçirmenin tadını çıkarır. Evinden çıkmıyor. Öğleden sonra istirahat eder. Akşamları kokteyl saati var. Bana göre annemin başardığı şey olağanüstü. Hepimize huzur veriyor ve hayata karşı şükran duyuyor. Hepimiz hayatın bize sunduklarıyla baş etmenin bir yolunu bulmaya çalışmalıyız. Hayatın her aşamasında birtakım değişiklikler yaşanıyor. Başımıza gelenleri kabul edip kendimizi yeni ayarlara uydurmamız gerekiyor. Annem bunu olağanüstü bir şekilde yaptı. Ben de bunu arzuluyorum.

Güçlü kadın rol modeller arayan genç kadınların bu tür hikâyeleri izlemesinin öneminden bahseder misiniz?

- Annette Bening: Bence hikâye cinsiyet ve yaştan daha fazlasıyla ilgili. Diana’nın 60 yaşındayken başarması tuhaf ve alışılmadık bir şey evet, bu doğru. Ama söylediği bir şey var; “20’li yaşlarımdayken bunu yapamazdım çünkü şu an sahip olduğum akla ve düşünceye sahip değildim.” Film karar verdiğimiz şeyi yapacak doğru yolu bulmak ve kararlılıkla ilgili. Genç kadınların bu hikâyeyi görmesini ve ‘vay be, harika’ demesini istiyorum. Bunun yanında genç erkeklerin ve herkesin ‘wow’ demesini istiyorum. ‘Ben de yapabilirim’ desinler. Çünkü ne kadar sık yapmayı düşündüğümüz şeyleri aslında yapmıyoruz...Erteliyoruz. Yapmamak için pek çok neden buluyoruz. İşte bu hikâye tamamen yapmamak için bulduğumuz nedenlerle ilgili. ‘Hayır, mecburum. Bir yol bulmalıyım’ diyenlerin filmi.

Yazının Devamını Oku

Değer Katanlar

25 Ocak 2024
Amerika’ya geldiğim günden beri ülkemiz, kültürümüz ve geleneklerimizin tanıtımı için çaba sarf ediyorum. Türk-Amerikan ilişkilerine katkılarımdan dolayı Anadolu Aslanları İş İnsanları (Askon USA) Amerika temsilcisi Ayhan Özmemik bana “Değer Katanlar” ödülünü takdim etmek istediklerini iletince geçtiğimiz günlerde New York’a gittim.

New York’taki Türk Evi’nde 12 Ocak’ta gerçekleşen törenin konukları arasında Ticaret ve Sanayi Bakan Yardımcısı Mustafa Tuzcu, Askon Genel Başkanı Orhan Aydın ve New York Başkonsolosu Reyhan Özgür, New York Ticaret Odası Başkanı Mark Jaffe, Paterson Belediye Başkanı Andre Sayegh vardı.
Paterson Belediye Başkanı Andre Sayegh yaptığı konuşmada “Amerika’daki en iyi döner kebap, tantuni ya da kazandibi için Paterson’a gelin. Şehrimdeki Türk nüfusuyla gurur duyuyorum. Paterson’da Türk bayrağı dalgalanıyor, Türk yürüyüşü var ve yakında ‘Türkiye Way’ adını verdiğimiz caddemiz olacak” dedi.

Dünyaca ünlü şef Jose Andres’ten imambayıldı

Jose Andres, kurucusu olduğu “World Central Kitchen” isimli yardım kuruluşunun çatısı altında 6 Şubat depremlerinde ülkemize gelip 10 milyon öğünden fazla yemek dağıttı...

Amerika’da yemeğin Oscar’ları olarak anılan James Beard ödülünü defalarca kazanan, doğal afetlerin ardından felaketten etkilenen bölge halkına sıcak yemek dağıtan World Central Kitchen’ın (WCK) kurucusu, küçük tabaklarda yemek konseptini Amerika’ya getiren, George Washington Üniversitesi’nde profesör ve Küresel Gıda Enstitüsü’nün kurucusu İspanyol şef Jose Andres gastronomi dünyasında çok önemli bir figür.


Yazının Devamını Oku

Kült roman yeniden beyazperdede

20 Ocak 2024
Alice Walker’ın Pulitzer ödüllü eseri “The Color Purple” Blitz Bazawule yönetmenliğinde yeniden çekildi. Klasik eserin 1985’teki ilk beyazperde uyarlamasında filmin yönetmenliğini üstlenen Steven Spielberg bu kez yapımcı koltuğunda oturdu. Yine ilk uyarlamada canlandırdığı Sofia karakteriyle Oscar’a aday gösterilen ünlü televizyoncu Oprah Winfrey de filmin yapımcıları arasında yerini aldı. Hayatındaki erkekler tarafından cinsel ve fiziksel istismara maruz kalan Celie’nin hayatına odaklanan “The Color Purple” hakkında merak edilenleri yapımcı Oprah Winfrey, Shug Avery karakterini canlandıran oyuncu Taraji P. Henson ile yönetmen Blitz Bazawule, Kelebek okurları için anlattı.

Oprah Wınfrey

Türkiye’deki semazen gösterisi hâlâ aklımda

Yıllar önce Türkiye’ye geldiniz... İlk olarak ülkemiz hakkında neler söylemek istersiniz?

- Evet, Türkiye’ye iki kere geldim. Önce en yakın arkadaşımla daha sonra da Oprah Winfrey Show programındaki çalışanlarımla Efes ve muhteşem şehir İstanbul’a geldik. Ayasofya ve Sultanahmet Camii’ye gittik. Kapalıçarşı’dan alışveriş yaptık. Semazen gösterisi hâlâ aklımda. Çok çok güzeldi.

1985’te Steven Spielberg’ün filminde Sofia’ya hayat verdiniz. 39 yıl sonra bu kez Spielberg’le birlikte yapımcı koltuğundasınız. 1985’e ilk filme dönelim... Neler hatırlıyorsunuz?

- 1985’te “The Color Purple”ın setinde Steven Spielberg, Quincy Jones ve Alice Walker’ın birlikte çalışırken içimde bir şeylerin değiştiğini biliyordum. O günden sonra “The Color Purple”ı çekerken hissettiklerimin aynısını hissederek işe gitmek istediğimi anladım. Yaptığım iş sadece bu sette değil, her zaman böyle hissettirmeliydi. Zaten çalışırken tatmin olma ve keyif alma hissi “The Color Purple”dan sonra beni takip etti. 1985’ten beri hayatıma bu şekilde yön veriyorum.

Yazının Devamını Oku

Altın Küre’li fantastik evrim

13 Ocak 2024
Alasdair Gray’in aynı adlı romanından uyarlanan “Poor Things” geçen pazar düzenlenen Altın Küre Ödül Töreni’nde müzikal ve komedi dalında ‘en iyi film’ seçildi. Yorgos Lanthimos’un yönettiği film aynı dalda başrol oyuncusu Emma Stone’a da ‘en iyi kadın oyuncu’ ödülünü getirdi. Zeki ve alışılmışın dışında bilim adamı Dr. Godwin Baxter (Willem Dafoe) tarafından hayata döndürülen genç bir kadın Bella Baxter’ın fantastik evrimini anlatan filmi başrol oyuncuları Emma Stone ve Ramy Youssef ile Kelebek için konuştuk.

Emma Stone: Bella tüm zamanların en sevdiğim karakteri

◊ Yorgos Lanthimos ile çalışmaktan çok mutlu görünüyorsunuz. İş birliği yaparken ikinizin de birbirinizdeki en iyiyi ortaya çıkarmak için yaptığı şeyler var mı?

- Bilmiyorum. Sanırım birbirimizi gerçekten seviyoruz. Birbirimizi gerçekten anladığımızı düşünüyorum. İkimiz de birbirimize ve işimize büyük saygı ve hayranlık duyuyoruz. Yorgos’a hem bir yönetmen ve hem de iş arkadaşım olarak tamamen güveniyorum. Bir oyuncu olarak kendini tamamen teslim edebilmek ve hikâyenin ve oyuncunun korunduğunu bilmek o kadar nadir ki. Yorgos ve ben birbirimizle dalga da geçebiliriz, kavga da edebiliriz. Güzel bir ilişkiye sahibiz ki bu inanılmaz bir şey. Neden onunla tekrar tekrar çalışmak istediğimin ve onunla çalışmayı sevmemin sebeplerinden biri de sadece oyunculardan değil, ekipten oluşan bir ortam inşa ediyor. Onunla çalışan ekip her işinde geri gelir çünkü kendilerini daha güvende ve daha yakın hissederler. İşin özü Yorgos benim favorilerinden. En iyisi.

◊ Bella rolü karmaşık. Yetişkin bir kadın bedenine hapsolmuş bir bebek zihni giderek büyüyor, büyüdükçe de liberal ve feminist bir ruhla geleneklerden kendini kurtarmak istiyor. İzlediğim en ilginç karakterlerden biriydi Bella Bexter. Nasıl hazırlandınız role?

- Mümkün olduğu kadar çok yargılamayı ve ayıplamayı ortadan kaldırmaya çalışarak başladım işe. Role hazırlanırken neler yapmalıyımdan ziyade neler yapmamalıyımı düşündüm önce. Fiziksellik ve konuşma şekli üzerinde oldukça kapsamlı çalıştık. Ama her şey bir yana bu rol kendini tamamen rahat bırakmak gibiydi. Bella saflık, neşe ve meraktan ibaret, onda utanma duygusu yok, hayat travması yok. Onu oynamanın en büyük hediyesi bunlardı. Bella sadece keşfetmek duygusuyla yaşıyor. Rolle ilgili aklımda olan en büyük kısımda zaten buydu.

◊ Film aslında Bella’nın entelektüel, duygusal ve cinsel açıdan uyanışını da konu alıyor. Bütün bunlar olurken sürekli erkeklerin direnişiyle karşılaşıyor. Bu konu hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

- Hikâyeyi Bella’nın erkeklerle karşı karşıya gelmesi olarak görmedim. Bence hikâye Bella’nın hayatın ve dünyanın tüm farklı yönlerine, farklı şehirlere, farklı ortamlara dair deneyimi. Onun erkeklerle ilişki içindeyken hayatın nasıl geçtiğini düşündüğünü sanmıyorum. Ayrıca tüm erkek karakterler kendi açılarından büyüleyici ve kendi içlerinde farklı katmanları var. O erkekler de farklı Bella deneyimleri yaşıyorlar. Onların Bella’ya sundukları, öğrettikleri ve Bella’nın onlara öğrettikleri farklı farklı şeyler.

Yazının Devamını Oku

ALTIN KÜRE’DE NELER YAŞANDI

10 Ocak 2024
Hollywood Yabancı Basın Birliği (HFPA) tarafından düzenlenen Altın Küre Ödülleri geçen gece Los Angeles’taki Beverly Hills Hilton Otel’de sahiplerini buldu. Filmlerde “Barbenheimer”, dizilerde ise “Succession” geceye damga vurdu. Barbaros Tapan arka planda neler yaşandığını yazdı.

TAYLOR’I KIZDIRDI

Altın Küre’nin bu yılki sunuculuğunu ünlü Amerikalı komedyen Jo Koy üstlendi. Ödüllerde ‘Taylor Swift: The Eras Tour’ ile ‘Sinema ve Gişe Başarısı’ dalında aday gösterilen Taylor Swift, Koy’un şakalarındaki hedef oldu. Jo Koy, “Hoş geldiniz. Altın Küre ile NFL arasındaki en büyük fark; Altın Küre’de Taylor Swift’in daha az kamera çekimi olması” dedi.

Komedyen, bu şaka ile Swift’in Amerikan futbolcusu sevgilisi Travis Kelce’i desteklemek için sık sık maçlara gitmesine ve bu sırada kameraların ünlü şarkıcıya yoğunlaşmasına atıfta bulundu.

Swift, erkek arkadaşının maçlarını izlerken kameraların kendisine yönelmesi nedeniyle sporseverlerin gündeminde yer alıyordu.

Şarkıcı, Jo Koy’un şakasından sonra içkisinden bir yudum aldı ve tebessüm bile etmeden sert bir bakış attı. Taylor Swift geçen yıl Time dergisi tarafından “Yılın İnsanı” seçilmiş ve sevgilisi Travis Kelce hakkında “Sadece Travis’i desteklemek için oradayım. Beni çok fazla gösterdikleri için futbol tutkunu babaları kızdırdığımın farkında değilim” demişti.

DEDİKODU ANLARI 

Geceye damgasını vuran bir başka an ise Selena Gomez ve Taylor Swift’in dedikodu anlarının görüntülenmesiydi. Taylor Swift, Selena Gomez ve Keleigh Sperry, son derece hareketli bir konuşma yaptı. Gomez’in Timothee Chalamet ile fotoğraf çektirmek istediğini, ancak sevgilisi Kylie Jenner’ın izin vermediğini anlattığı ortaya çıktı. Gomez’in “Timothee ile mi” diye soran arkadaşlarına başını salladığı videoda sözleri net bir şekilde işitildi. Selena Gomez ve Timothee Chalamet 2018 yılında Woody Allen filmi “A Rainy Day In New York”ta sevgili rolünde oynamışlardı.

Yazının Devamını Oku

Doğal çekiciliğe sahip birileri her zaman vardır

6 Ocak 2024
Emerald Fennell’in hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmen koltuğunda oturduğu “Saltburn” filminde başrolleri Barry Keoghan ve Jacob Elordi paylaştı. Bu İngiliz draması, Oxford Üniversitesi’nde kendini dışlanmış hisseden Oliver Quick’in yaz tatili için onu ailesinin göz kamaştırıcı evine davet eden aristokrat Felix Catton’un dünyasını altüst etmesini konu alıyor. Konusu, yarattığı atmosfer, cesur sahneleri ve oyuncularıyla geçen yılın çok konuşulan filmlerinden “Saltburn”ü başrol oyuncuları Barry Keoghan ve Jacob Elordi ile konuştuk.

Felix karakteri çok karizmatik... Onun gibi çekiciliğiyle insanları etkileyen birileriyle karşılaştınız mı?

- Barry Keoghan: Herkesin etkilendiği bir veya iki figür mutlaka vardır. Herhangi bir şey söylemelerine bile gerek olmayan ama sahip oldukları enerjiyle insanları mıknatıs gibi çeken tipler. Ben Barry olarak aslında karakterim Oliver’a benziyorum, yaptıklarıyla benzer olduğumuzu söylemiyorum. Meraklı biriyim.

Sizce ne yapıyorlar da insanlar kelimenin tam anlamıyla onlara doğru çekiliyor ve neden onların etrafında olmak istiyor?

Barry Keoghan: Galiba bu aura! Mesela biz öyle olmaya çalışırsak üzerimizde tuhaf görünür. İnsanlar ‘Ne yapıyorsun? Neden cool olmaya çalışıyorsun’ der bence...

Jacob Elordi: Aynı duyguyu paylaşıyorum. Okulda her zaman diğerlerinden etkileyici olan biri ya da birileri vardır. O tipler sporda iyidir, iyi konuşurlar. İsimleri de cool olur, mesela William... Her zaman en iyi saç stiline sahiptirler. Spor yaparken girdiğimiz formalar onların üzerinde daha güzel duruyordur.

Barry Keoghan: Terlemezler miydi?

Jacob Elordi:

Yazının Devamını Oku